ABONE OL

Yazılarımız ve her gün güncellenen içeriğimiz mail adresinize gelsin. Yukarıdaki kutuya mail adresinizi yazın !

2 Mart 2014 Pazar

Babil'in Asma Bahçeleri

Babil'in Asma Bahçeleri


Babil'in Asma Bahçeleri eski dünyanın 7 harikasından biriydi ve mevkisi açık ve net bir şekilde belirlenmeyen yer yerdir. Geleneksel olarak, Irak’ta Babil şehri olan şimdiki Hillah yakınlarındaki Babil’in eski şehrinde inşa edildiği söylenmektedir. Babilli rahip Berossus, bahçeleri Babili 2.Kral Nebukadnezar’e bağlar. Babil metinlerinde bahçelerden bahseden kesin bir şey yoktur ve kesin bir arkeolojik delil de bulunmamıştır.
Bir efsaneye göre, Babilin Asma Bahçeleri Babil Kralı İmparator 2.Nebukadnezar tarafından eşi Kraliçe Amytis için oluşturulmuştur çünkü Kraliçe Amytis memleketinin yeşil tepelerini ve vadilerini özlemiştir. İmparator 2. Nebukadnezar“The Morvel of the Mankind (İnsanlık Harikası)” olarak bilinmiş hale gelen büyük sarayı da inşa ettiren kişidir. Delil olmayışının sebebi Asma Bahçelerin tamamen efsanevi olduğunun ima edinebilinmesidir ve StrabonDiodorus Siculus ve Quintus Curtius Rufus’u içeren Eski Yunan ve Roman yazarlarının doğunun bahçelerini romantizmin ütopik simgesi olarak gösteren tasvirlerinin bulunmasındandır.
Alternatif olarak, orijinal bahçe Asur Kralı Sanherib’in Musul’un modern şehri yakınlarında Dicle Nehri üzerinde Ninova’nın başkentinde iyi belgelenmiş olabilir.
Eski yazınsal eserlerde Babil’in Asma Bahçeleri ilk olarak Morduk’un Babilli rahibi Berassus tarafından tanımlandı. Günümüzde birkaç yapıtta “Babil’in tasviri kaybolmamıştır” benimseyen, Berassus’u da içeren başlıca beş yazar vardır. Bu yazarlar Asma Bahçelerin büyüklüğüyle birlikte neden ve nasıl inşa edildiği ve nasıl sulandığı hakkında kaygılanırlar.
Josephus bahçeleri tanımlarken Berassus’dan alıntı yapmıştır. Berassus, 2. Nebukadnezar’ın hükümdarlık dönemini tanımladı ve Berassus krala ve Asma Bahçelerin yapısına inanan tek yazardır.


Bu yeri yüksek duvarlarla, sütunlarla destekleyerek inşa etmiştir; cennetin bahçesi olarak anılan bu yeri kısa ağaçlarla doldurdu, tam anlamıyla dağlık bir manzara haline getirdi. Bu kraliçeyi memnun etti, çünkü kraliçe Media da büyümüştü ve dağlık manzaralara düşkündü. Şehrin yanında bulunan, Asma bahçe olarak bilinen,Semiramis’den sonraki Suriye kralı tarafından cariyelerden birinin ricası üzerine yaptırılmıştır. Cariye hakkında Fars ırkından olduğunu ve memleketindeki dağlarının çayırlarına özlem duyduğunu söylenir.

Bahçeye giriş bir yamaç gibi eğim aldığı ve bazı yapılar birbirlerinin üzerinde yükseldiği için yapı bir bütün olarak tiyatroyu andırmaktadır. Yükselen teraslar yapıldığında, orada bahçenin bütün ağırlığını taşıyabilen ve yavaş yavaş diğer girişin üstünde yükselen o geçitlerin altında inşa edilmiştir ve 50 cubit yüksekliğindeki yukarıdaki geçit şehrin mazgallarının duvarlarının çevresine yapılan parkın en üst düzeyini delmektedir. Ayrıyeten büyük masraflarla yapılan duvarların kalınlığı 22 fit ve geçit yolunun 2 duvarı arasındaki mesafe 10 fit genişliğindedir. Işık altındaki ilk tabakada büyük miktarda ziftin içinde kamışlar, ikinci tabakada çimentoyla birleştirilmiş pişmiş tuğlalar ve üçüncü tabakada kurşun kaplama, son olarak nemin nüfuz etmemesi için toprak kullanılmıştır. Buranın üstüne büyük ağaçların kökleri için toprak yığılmıştır ve bu yer düzeltildiğinde seyircilere memnuniyet verebilecek büyüklükte ve cazibede her çeşit ağacın dikilebileceği kalınlıktadır.


Geçitler diğerinin ötesindeki her çıkıntıyla tüm ışığı alır ve bunların çoğu kral konutunu kapsar. Sulama içinse makineler ve en üst yüzeyden yol gösteren bir geçit vardır. Gözle görülen hiçbir şey olmamasına rağmen makineler nehirden büyük ölçüde su çekmektedir. Şimdi bu park söylenildiği gibi sonradan yapılan bir inşaydı.

M.Ö. 4.yy’da Büyük İskender’in tarihçesi, Quintus Curtius Rufus (M.S. 1.yy) Cleiarchus yazısından bahsettiği Büyük İskender’in tarihi metninde;
“Babilllerin bir kalesinin çevresi 20 stad uzunluğa sahiptir. Kulelerin temellerinin 30fit yerin altında yer alır ve surlar en yüksek noktanın 8 fit yükseğindedir. Asma bahçelerin tepelerinden, Yunan masallarında merakla bahsedilir.Onlar bir duvar kadar yüksekte ve cazibesini borçlu olduğu uzun boylu ağaçların gölgesindedir. Kolonlarla desteklenen bütün yapı taştan yapılma, bunların üzeri kalın bir toprak tabakasını taşıyabilecek güçte kare taşlarla döşenmiş bir yüzey ve sulama işlemi bu yüzeydeki suyla yapılır. Bu yüzden hemen hemen 50fit yüksekliğinde ve 8 cubit kalınlığındaki gövdeleriyle ağaçların yapıları sağlamdır. Eğer doğal çevrelerinde yetiştirilebilirlerse bol miktarda meyve verirler. Zamanın kademeli yıkıcılığının yanında doğanın ve insanında yıkıcı etkisi de olmasına rağmen bu gösterişli yapı zarar görmeden ayakta kalmıştır. Birçok ağaç köküne maruz kalmış olmasına karşın koca bir ormanı taşıyabilecek güçtedir. Burası 11fit aralıklarla 20 metre kalınlığındaki duvarlarla bir alt yapısı vardır. Böylece bu uzaklık dağlardan sarkan ağaç etkisi sağlar. Bu gelenek ülkesini Babil’den yöneten Suriye kralının bir işidir. Ülkesinin ağaçlarını, ormanlarını özleyen eşi için yapmış ve zarif yapıyla doğanın güzelliğini taklit ederek eşini ikna etmiştir.

Dosya:Pieter Bruegel the Elder - The "Little" Tower of Babel - WGA03432.jpg
Strabon(M.Ö. 64 – M.S. 21) 4.yy’a ait Onesicritus’un kayıp bir bölümüne ait olduğu düşünülen bir paragrafında Asma Bahçeleri şöyle tarif eder;
"Babil, çok büyük bir ovaya uzanır ve 385 stad duvarla çevrilidir. Duvarların kalınlığı 32 fit, kulelerin yüksekliği 50 cubit ile 60 cubit arasındadır ve bu duvarların üstündeki geçitten 4 at arabası diğerini rahatlıkla geçebilir. Bundan dolayı Asma Bahçeler Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak anılır. Bahçenin şekli dikdörtgendir ve her kenar 4 plethra uzunluğundadır. Bu kareli küp benzeri temeller, birbiri ardına bulunan kemerli tonozlarda meydana gelir. Oyulmuş kareli temeller büyük ağaçlara imkân sağlayan toprakla pişmiş tuğla ve asfaltla inşa edilerek kaplanmıştır. En üstteki teras katlarına çıkış bir merdiven tarafından yapılır. Şehrin ortasından akan ve bahçenin yanından geçen 1 stad genişliğindeki Fırat nehrinden bahçeye bu amaçla atanan işçiler tarafından şu taşınır.

Bugün dahi kullandığımız Dünya’nın 7 harikası bu açıklama ile saygınlık kazanmıştır.

Asma bahçeleri sürülmüş toprak üzerindeki köklerinin toprağa sabitleniş çatı şeklindeki sistem üzerinde büyümesi ile toprakta değil havada yetiştirilir. Dört oymalı taş sütun aracılığıyla toprak altında kalacak şekilde ayarlanmıştır. Kirişler arasına aralarında çok az boşluk kalacak şekilde palmiye ağaçları dikilmiştir. Bunlar yalancı kiriş görevi görür. Bu ahşap diğerlerinin aksine çürümez, ısıtıldığında ve basınç altında şişer ve büyümeyi köklerde sağlar. Çok derintoprak birikmiştir ve geniş yapraklı özellikle pek çok çeşit bahçe ağacı dikilmiştir ve her tür çiçekli bitki, kısacası izleyenlere neşe ve keyif veren her şey dikilmiştir. Bu yapay ekilebilen arazi sütunlar boyunca yürüyenlerin başları üstündedir. En yüksek düzeyde yürünüldüğünde çatıdaki toprak tıpkı normal bir yerde ki derin toprak gibi sıkı ve tahribatsız durur. Yapıda bulunan su kemerleri yüksek yerden su getirir. Kısmen suyun yokuş aşağı düzgün bir şekilde inmesini sağlar. Su yukarı çıkarılacağı zaman ise bu olay vidalar ve spiral makineler yardımıyla basınç yoluyla yapılır.

Kızıldeniz

Kızıldeniz


Afrika ile Asya (Arap Yarımadası) arasında yer alan, Hint Okyanusu'na bağlı bir denizdir. Uzunluğu yaklaşık 2000 km olup, bazı kaynaklarda 1900 km. ya da 2350 km diye geçmektedir. Kuzeyde Mısır'daki Süveyş Kanalı ile doğal olmayan yoldan Akdeniz'e bağlanmıştır; güneyde ise Arap Yarımadası ucunda Babü'l Mendep (Bab el Mendeb) boğazı ile Hint Okyanusu'na bağlanır. Kızıldeniz kuzeyde Sina Yarımadası ile ikiye ayrılır; kuzeydoğuya doğru Akabe Körfezi, kuzeybatıda ise Süveyş Körfezi vardır.İslam dinine göre Musa Kızıldeniz'i asâsıyla yararak İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarmış,Firavun II. Ramses ve ordusu İsrailoğullarının peşinden gelirken Kızıldeniz'de boğulmuşlardır.
Bir görüşe göre, Kızıldeniz'in adının, mevsimlik olarak çoğalma patlaması yaşayan Trichodesmium erythraeum adlı alg türlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca çevresindeki kıyılarda yer alan mineral bakımından zengin kızıl renkli dağlardan doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Denizaltı yaşamına ve üremeye elverişli sıcaklığa iye olduğundan çok sayıda deniz canlısı barındırmaktadır. Bunun sebebi ise zemindeki büyük sırtta oluşan yarık bölümün yeraltından gelen magma ile dolmasıdır. Bu lavlar cok fazla 1. üretici konumunda bulunan bitkisel planktonlar için besin kaynağı oluşturmaktadır. Tuzluluk %40 ile oldukça yüksektir.
Bir başka görüşe göre ise, bu denizin adı Tevrat'ta "Sazlıklar Denizi" olarak geçer ve bu İngilizce'de "Sea of Reeds" veya "Reed Sea" olarak okunur. Zamanla bu deyişin bozulup "Red Sea" (yani Kırmızı/Kızıl Deniz) olarak kullanılmaya başlandığı da kabul edilen görüşler arasında bulunur.

Bilim İnsanları Mavi Bir Gezegen Keşfetti

Bilim İnsanları Mavi Bir Gezegen Keşfetti

Astronomlar ilk kez, başka bir yıldız sistemindeki uzak bir gezegenin gerçek renginin Dünya'nın uzaydan göründüğü gibi gök mavisi olduğunu keşfetti.
Araştırmacılar Hubble Uzay Teleskopu'nu kullanarak, yaklaşık 63 ışık yılı uzaklıktaki sönük bir yıldızın yörüngesinde dönmekte olan ve resmi ismiyle HD 189733b olarak bilinen gezegenin yaydığı görünebilir ışığın spektrumunu analiz etti. Güneş sistemi dışındaki yüzlerce gezegen arasında en yakın ve üzerine en çok araştırma yapılmış gezegenlerden biri olan bu engin mavi dünya, alev sıcaklığında rüzgarların süpürdüğü, sürekli olarak erimiş cam yağan puslu bir seraya benzetiliyor.
Bilim insanları yapılan analizde, yıldız ve gezegenden birlikte gelen sonrasında ise gezegen yıldızın arkasına geçtiğinde yalnızca yıldızdan gelen görünür ışığı ölçmek için Hubble Teleskopu'nun görüntüleme spektografını kullandı. Araştırmacılar gezegenin ışığını ayırabilmek için hem gezegen hem yıldızdan birlikte gelen ışıkla yapılan ölçümden yalnızca yıldızdan gelen ışıkla yapılan ölçümü çıkardı.
Yapılan çıkarma işlemi sonucu bulunan ve gezegenden yansıyan ışığı veren aradaki bu kayıp ışığın görünür mavi ışığa denk düşen dalga boyuna sahip olduğu görüldü. Astronomlar bulgularını Astrophysical Journal Letters isimli astrofizik yayınının Ağustos sayısında yayınlayacak.
Çalışmayı yürüten Oxford Üniversitesi'nden astrofizikçi Tom Evans, "Rengi belirlemeyi başardık," dedi. Evans, dalga boyunun bilinmesiyle gezegenin çıplak gözle bakılabilseydi hangi renkte görüneceğini belirleyebildiklerini ifade etti.
Kırmızı ve yeşil dalga boylarını mavi dalga boylarına göre daha fazla soğuran okyanuslar nedeniyle Dünyamız da uzaydan bakıldığında mavi görünüyor. Diğer taraftan güneşten gelen bazı mavi dalga boyları da, atmosferdeki oksijen ve nitrojen molekülleri tarafından seçimli olarak dağıtılıyor. Mars ise yüzeyindeki mavi yeşil dalga boylarını soğurarak kırmızı dalga boylarını yansıtan demir oksit nedeniyle göze kırmızı görünür.
Ancak HD 189733b isimli gezegenin mavi rengi yalnızca aşırı sıcak atmosferindeki karşılıklı ışık etkileşiminden kaynaklanıyor. Bilim insanları daha önceki ölçümlere dayanarak gezegenin tuhaf atmosferinin, saatte neredeyse 6450 kilometre hızla esen rüzgarlarla yükseklere taşınarak bulutlar oluşturan, deniz kumuyla aynı bileşime sahip silikat taneleriyle bezeli olduğuna inanıyor.
Sıcaklığın bin santigrat derecelere ulaştığı bir atmosferde bu silikat taneleri eriyerek camdan "yağmur damlaları" oluşturuyor. Bilim adamları ise bu camdan yağmur damlalarının mavi ışığı kırmızı ışığa göre daha fazla yansıttığını belirtiyor. Sonuç olarak da, yansıyan ışık nedeniyle gök cismi mavi görünüyor. Ancak gerçek rengi mevcut teleskoplarla direkt olarak izlenmek için oldukça uzak.
Çalışmayı yürüten astrofizikçi Evans, "Gerçekten ölçebileceğimiz şeylerin sınırını zorluyoruz," dedi.

Mars'ı dünyalaştırmak kolay

Mars'ı dünyalaştırmak kolay

"Mars'ı dünyalaştırmak kolay"

İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal Şengör, Mars'ın dünya gibi zengin bir atmosfere sahip olduğunu fakat burada oksijenin çok az karbondioksitin ise yüzde 95 oranında olduğunu belirterek, "Merih'e bütün yapmanız gereken oraya gidip bitki ekeceksiniz. Ordaki karbondioksitle bitkiler coşarlar, gayet rahat yaşarlar, oksijen pompalamaya başlarlar" dedi.

Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube'sinin Balçova Termal Otel'de düzenlediği etkinliğe katılan Şengör, gezegenler ve dünyanın oluşumu hakkında çeşitli bilgiler verdi.

Dünyada zengin bir atmosferin olduğunu, en az 2,8 milyar yıldan beri fotosentez faaliyetinden dolayı oksijenin bulunduğunu anlatan Şengör, "Dünyadaki oksijen miktarı atmosferde yüzde 21. Dünyanın oksijeni sürekli bir çizgi izlemiyor. Dünyanın üzerindeki yaşam, oksijenin ne kadar olacağını tayin ediyor, karbondioksitte aynı şekilde. Ama bugün biz karbondioksite insanlar olarak ciddi müdahale ediyoruz. Bu bizim başımızı belaya sokacak. Bu bizi Venüs durumuna dahi düşürebilir. Dolayısıyla dünyayı yöneten politikacıların bunu anlaması lazım" diye konuştu.


Mars'ın özelliklerinin dünyaya benzediğini, bu gezegeni dünyalaştırma projesinin olduğunu dile getiren Şengör, şöyle konuştu:

"Merih'e (Mars) bakarsanız dünyamız gibi zengin bir atmosfere sahip fakat oksijen çok az. Son derece az bir oksijen miktarı var. Karbondioksit bol bol var. Yüzde 95 karbondioksit. Bu bizim için büyük bir şans. Merih'i dünyalaştırmak kolay. Merih'e bütün yapmanız gereken oraya gidip bitki ekeceksiniz, ordaki karbondioksitle bitkiler coşarlar, gayet rahat yaşarlar, oksijen pompalamaya başlarlar. Tek sıkıntı basınç farkı."

1 Mart 2014 Cumartesi

Aborjinler (Avustralya)

Aborjinler (Avustralya)

Aborjin Avustralya kıtası yerlilerine verilen addır. Avustralya Yerlileri ifadesi de kullanılabilmektedir. Kelime Latince, kökenden, başlangıçtan gelen anlamında ab origine ifadesinden tüm yerli topluluklara izafe etmek için türetilmiş olmasına karşın 17.yüzyıldan itibaren özelde Avustralya yerlilerini genelde de yerli hakları tanımlamakta kullanılmıştır.
Aborjinler Avustralya'nın yerli halkına verilen isim. Aborjinler ifadesi genel olarak tüm bir Avustralya, Tazmanya ve çevre adalarda yaşayan yerlileri tanımlamakta kullanılmakla birlikte bu isimlendirmenin dil ve yaşayış biçimi olarak ortak noktalarıyla birlikte farklılıklar da taşıyan geleneksel toplulukları işaret ettiği de unutulmamalıdır.

Aborjin
Avustralya kıtası yerlilerine verilen addır. Avustralya Yerlileri ifadesi de kullanılabilmektedir. Kelime Latince, kökenden, başlangıçtan gelen anlamında ab origine ifadesinden tüm yerli topluluklara izafe etmek için türetilmiş olmasına karşın 17.yüzyıldan itibaren özelde Avustralya yerlilerini genelde de yerli hakları tanımlamakta kullanılmıştır.
Aborjinler ifadesi genel olarak tüm bir Avustralya, Tazmanya ve çevre adalarda yaşayan yerlileri tanımlamakta kullanılmakla birlikte bu isimlendirmenin dil ve yaşayış biçimi olarak ortak noktalarıyla birlikte farklılıklar da taşıyan geleneksel toplulukları işaret ettiği de unutulmamalıdır.

Yerli kabilelerden bazıları; New South Wales ve Viktorya'da Koori, Queensland'da Murri, Güney Avustralya'da Noongar, Merkezi Batı Avustralya'da Yamatji; Güneybatı Avustralya'da Nunga, Kuzey Avusturya'da ve Kuzey bölgelerine komşu bölgelerde Anangu; orta Kuzey bölgede Yapa, Doğu Arnhem topraklarında Yolngu ve Tazmanya'da Palawah kabileleri gibi.

En büyük gruplardan Anangu (Çölden gelen kişi anlamına gelmektedir) kabilesinin Yankunytjatjara, Pitjantjatjara, Ngaanyatjara, Luritja ve Antikirinya şeklinde alt toplulukları bulunmaktadır.
Aborjin Nüfus
2001 yılında Avustralya İstatistik Bürosu toplam yerli nüfusunu 458,520 olarak vermiştir (bu rakam Avustralya'nın toplam nüfusunun %2.4'üdür). Bu nüfusun %90'ı Aborjin olarak, %4'ü Torres Strait Islander, geri kalan %4'ü hem Aborjin hem Torres Strait Islander olarak tanımlanmaktadır. 







2001 nüfus sayımına göre Aborjin Nüfusu:

  • Yeni Güney Galler New South Wales - 134,888
  • Queensland - 125,910
  • Western Australia - 65,931
  • Northern Territory - 56,875
  • Victoria - 27,846
  • Güney Avustralya South Australia - 25,544
  • Tazmanya - 17,384
  •  - 3,909

  • Diğer bölgeler - 233

  • Kültür Din
  • Avustralya kıtasında Avrupalılar gelmeden önce farklı dillere sahip pek çok kabile barındığı için tek bir kültürden ziyade birbirleriyle benzerlikleri de olan farklı kültürlerden bahsedilebilir. Pek çok büyük ve birbirlerinden farklı grupların kendi kültürleri, inanç yapıları ve dilleri bulunmaktadır. Bu kültürler zaman içinde birbirleriyle az veya çok çakışmışlardır.

  • Aborjinler suyla çeşitli kaya pigmentlerini karıştırarak elde ettikleri boyalarla kayalıklara veya ağaç kabuklarına ilkel fırçalar, çubuklar ve parmaklarını kullanarak veya ağızlarına aldıkları boyayı püskürterek boyama yapmışlardır. 

    Aborjin sanatında temalar Aborjinlerin mitolojik Rüyazamanı ile ilişkilidir, öyleki günümüzde temasını amorjin maneviyatından almayan sanatların hakiki aborjin sanatı olmadığını söyleyenler bulunmaktadır. Aborjinlerin önde gelen sanatçılarından Wenten Rubuntja manevi anlamdan yoksun herhangi bir aborjin sanatı ile karşılaşmanın zor olduğunu söylemektedir. 

    Müzik ve dansın da Aborjin kültüründe önemli bir yeri vardır. Hemen her durum için aborjinlerin icra ettikleri şarkıları bulunmaktadır; av şarkıları, cenaze şarkıları, atalarla ilgili şarkılar, mevsim şarkıları, hayvan ve arazi ile ilgili şarkılar ve Rüyazamanı efsaneleriyle ilgili şarkılar. Aborjin müzikleri de kıtaya özgü enstrümanlarla (örneğin didgeridoo) icra edilirler.

  • Din
    Avustralya yerlilerinin toprağa saygı ve Düşzamanı inancı üzerine kurulu şifahi gelenekleri ve manevi erdemleri bulunmaktaydı. Rüyalar, düşler hem yaradılışın antik zamanı hem de günümüz gerçeğini ifade etmektedir. 

    Düş zamanı hikayelerinden bir versiyon:

    Tüm dünya uykudaydı. Herşey sessiz, hareketsizdi ve hiçbir şey büyümüyordu. Hayvanlar yeraltında uyumaktaydı. Bir gün gökkuşağı yılanı uyandı ve dünyanın yüzeyinde süründü. Herşeyi bir kenara itti ve bu onun tarzıydı. Tüm bir diyarı gezdi ve yorulduğunda kıvrılıp uyumaya başladı. Böylece heryere izini bıraktı. Sonra geri döndü ve kurbağalara seslendi. Onlar da su dolu kocaman mideleriyle ortaya çıktılar. Gökkuşağı yılanı onları gıdıklayıp güldürdü. Sular ağızlarından çıktı ve gökkuşağı yılanının izlerini doldurdu. Göl ve nehirler böyle yaratıldı. Daha sonra çimenler ve ağaçlar büyümeye ve yeryüzünü yaşam doldurmaya başladı.

    1996 nüfus sayımında Aborjinlerinin %72 oranında Hristiyanlığın çeşitli formlarını uyguladıkları %16'sının ise herhangi bir dini işaretlemediği bildirilmiştir.
    2001 yılı nüfus sayımında Aborjin nüfusunun yüzde 0.03 kadarının Aborjin dini pratiklerini uyguladıkları tespit edilmiştir.
  • Tarih
  • Avustralya yerlileri kendilerinin hep Avustralya kıtasında bulunduklarına inanırlar. Yerlilerin kökeni ile ilgili elde hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Güneybatı Asya'dan bu kıtaya gelmiş olmalarına rağmen hiçbir Asya halkıyla herhangi bir bağlantıları olduğuna dair kanıt bulunmamaktadır.


  • Mariana Çukuru ( Japonya ve Endonezya arası) Dünyanın En Büyük Çukuru

    Mariana Çukuru ( Japonya ve Endonezya arası) Dünyanın En Büyük Çukuru


















    Mariana Çukuru (Challenger Çukuru), Dünya üzerinde bilinen en derin noktadır. Büyük Okyanus'ta, Guam Adası'nın güney batısında, Japonya ve Endonezya arasında, iki ülkeye de aşağı yukarı eşit uzaklıkta yer alır. Yapılan son ölçümlere göre en derin noktası yaklaşık 10.994 metredir[1]. Uzunluğu 2.542 kilometre, genişliği ise 69 kilometredir.

    Okyanusal nitelikte iki plakanın çarpıştığı sınırda derin çukurlar oluşabilir. Mariana çukuru da, Pasifik Plaka ile Mariana Plakası'nın çarpışması sonucu oluşmuş bir çukurdur ve iki plaka sınırındadır.
    Suyun içine atılan 1 kilogram kütleli metalin tabana ulaşması, yaklaşık olarak 1 saat sürer. Ancak, suyun yoğunluğu ve metalin özkütlesi de hesaba katıldığında, tabana ulaşma süresi artıp azalabilir. Dip noktasındaki basınç ise yeryüzündeki basınca göre yaklaşık 1000 kat daha fazladır.










    Mariana Çukuru'nda hayat belirtileri vardır. Yapılan araştırmalar, aşırı basınçlı ve soğuk ortamda yaşayabilen
    birçok mikroorganizmabalık ve yengeç türünü ortaya çıkarmıştır. Buradaki yaşamın temel dayanağı, 300 dereceye ulaşanvolkanik püskürmeler ve buradan çıkan sülfürü metabolize edebilen bakterilerdir. Bu kadar derinde yaşayan balık türlerinin hayatları yüzlerce yılı bulabilmektedir. Buradaki canlıların, çok eski prehistorik dönemlerden bu yana aynı kaldığı düşünülmektedir.
    23 Ocak 1960'ta, İsviçreli bilim adamı Jacques Piccard ile ABD Donanması'ndan Teğmen Donald Walsh, Trieste Batiskapı içinde Mariana Çukuru'na inebilmeyi başaran ilk insanlar olmuşlardır. İlk anda 11.521 metre (37,799 feet)'lik bir derinliğe inildiği hesaplanmış, ancak 1995 yılında yapılan ölçümlerde doğru derinliğin 10.916 metre (35,814 feet) olduğu anlaşılmıştır. Derin noktaya iniş yaklaşık 3 saat 15 dakika sürmüş, burada 20 dakikalık bir sürenin ardından tekrar yüzeye çıkılmasıyla toplamda 5 saatlik bir sürede dalış ve yüzeye çıkış tamamlanmıştır.














    25 Mart 2012'de, Kanadalı yönetmen James Cameron “Dikey Torpil (Deepsea Challenger.)” adlı özel denizaltısıyla Mariana Çukuru’na tek başına inmeyi başardı. 156 dakikada dünyanın tabanına inen, 3 saat incelemelerde bulunan Cameron, beklenenden daha kısa sürede, 70 dakikada yüzeye çıktı. Cameron tarafından bizzat tasarlanıp Avustralyalı mühendislerce inşa edilen denizaltı, Çukur’da bulunan metrekare başına 7.250 tonun üzerindeki basınca dayanıklıdır.

    Kayıp Bir Canlı Dünyası (Endonezya)

     Kayıp Bir Canlı Dünyası (Endonezya)

    Bilimadamları, Endonezya'daki bir ormanda, daha önce bilinmeyen onlarca kuş, kelebek, kurbağa ve bitki türüne evsahipliği yapan bir "Kayıp Dünya" buldular. İngiliz Independent gazetesi, haberi manşetten 'Cennet bulundu' başlığıyla verdi.

    Endonezyalı, Amerikalı ve Avustralyalıların oluşturduğu ekibin Foja dağlarındaki ormanda buldukları arasında, kuş türlerinin yanı sıra 20'den fazla yeni kurbağa türü, 4 kelebek türü ve şimdiye kadar görülmemiş palmiyelerin de yer aldığı yeni bitki türleri bulunuyor.

    Ekibin bulduğu kuşlardan birini, 19. yüzyılda Yeni Gine'deki avcıların tasvir ettiği ancak şimdiye kadar nerede yaşadığı keşfedilemeyen
    "Berlepsch'in 6 Telli Cennet Kuşu" oluşturuyor.
    Sadece yerli halkın bildiği, yüzünde parlak turuncu bir yama bulunan, bal yiyen yeni bir kuş türü de keşfedilenler arasında.
    Araştırma ekibi, daha önce Endonezya'da hiç
    görülmemiş bir Ağaç Kangurusu da buldu. Uzmanlar, yüksek irtifalarda başka yeni kanguru türlerinin de yaşadığını tahmin ediyorlar.

    Washington'daki Uluslararası Koruma adlı kuruluşun başkan yardımcısı Bruce Beehler, bunun muhtemelen Asya'daki bozulmamış durumdaki en büyük tropikal orman olduğunu söyledi.
    Foja dağ silsilesi civarında yaşayan yerli halkın, Lüksemburg büyüklüğündeki bu el değmemiş bölgeye girmeye cüret edemedikleri bildirildi.
         
    Ekip, insanoğlunun daha önce hiç karşılaşmadığı türlü bitki, böcek ve hayvan karşısında şaşkınlığa uğramış. Ağaçlara tırmanan bir kanguru türü, ilk kez keşfedilen yüzlerce canlıdan biri. Kendine yaklaşan insanlardan hiç korkmayışı, sanki bir cennet bahçesinin masumiyetini andırıyor.